TARİH
Karadeniz Müstahkem Kıyı Hattı Ve General Yevdokimov'un Planı
18. Yüzyıl boyunca ve 19. yüzyılın sonlarına kadar Kuzey Kafkasya Rusya, Osmanlı Devleti, Kırım Hanlığı, İngiltere ve Fransa'nın dış politika çıkar ve menfaatlerinin odak noktası haline gelmişti. Başlıca rekabet ise Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında cereyan ediyordu ve taraflar Kuzey Kafkasya'daki askeri ve stratejik çıkarlarından vazgeçmek istemiyorlardı. Büyük devletlerin bu askeri ve siyasi rekabeti doğal olarak bölgenin yerli halklarının hepsini etkiliyor ve tarihi kaderlerini belirlemiş oluyordu.
Rusya'nın 18. yüzyılın başlarından itibaren Kafkaslara doğru ilerlemesi başarılı şekilde sürmüştür. Rusya pek zorlanmadan Kuban'a bitişik stepleri ele geçirerek 1774 yılında Kabardey'i işgal etti. Kabardey Çerkesler'i ise Rusya'nın esaretini kabul etmeyerek bağımsızlık uğrunda yaklaşık 30 yıl savaştılar. Çeçenler, Osetler ve Kuban ötesinde oturan diğer Çerkesler de onlarla beraber Çarlık rejiminin işgalci ordularına karşı yıllarca savaşmışlardı. Kafkasya'daki olayları yakından takip eden Karl Marks konuyla ilgili olarak şöyle yazıyordu: "Özgür kalmak isteyenlerin neler yapabileceğini onlardan öğrenin."
19. Yüzyıl başlarında Rusya, Transkafkasya'nın Hristiyan bölgeleri olan Gürcistan, Kahetiya. İmeretiya ve Guriya'yı Türklerin elinden kopararak işgal etti. Bu durumda yeni topraklar, Rusya'nın güney arazisinden Kafkas sıradağlarıyla kopmuş oluyordu. Karl Marks durumu şöyle açıklamıştı: "Dev bir imparatorluğun ayakları, gövdesinden koparılmıştı." Transkafkasya'daki ağırlığını koruyabilmek için Rusya'nın Kafkasya'da duruma hâkim olması ve burasını kesin bir şekilde ele geçirmesi gerekiyordu. Üstelik Kafkasya'nın işgali Rusya'ya stratejik bir avantaj sağlayarak Karadeniz'de egemen olmasını da sağlayacaktı.
Kafkaslarda Türkiye ile Rusya'nın karşılaşması ve askeri rekabeti, ayrıca Rusya'nın Sultanın himayesini kabul eden Kuban Çerkesleri’nin topraklarına müdahalesi sonucu yeni Rus-Türk savaşı başladı. "Doğu Meselesi" yeni bir safhaya girdi. Rusya, bilindiği gibi 1828-1829 savaşında Türkiye karşısında kazandığı zaferle "Doğu Meselesi”nde avantajlı duruma geçti.
1829 yılında imzalanan Edirne Anlaşması ile Osmanlı Devleti Rusya'nın Kafkaslar'daki iddialarına yeşil ışık yakıyordu. Oysa bu anlaşma Çerkesler'e sorulmadan imzalanmıştı. Edirne Anlaşması'nın 4. maddesine göre, Kuban ötesi ve Kuban ırmağının ağzından başlayarak Poti'nin güneyindeki Aziz Nikolay İskelesi'ne kadar Karadeniz kıyı şeridi Rusya'ya bırakılıyordu.
Rusya'nın Çerkesya üzerindeki iddialarının kabul edilmesi anlamına gelen Edirne Anlaşması, 1827 yılında Rusya, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan ve Rusya'yı herhangi bir araziyi işgal etmemek ve Türkiye'den savaş yoluyla herhangi bir ticari ayrıcalık koparmamak konusunda yükümlü kılan Londra Anlaşmasına aykırıydı. Yine Karl Marks bu hususa değinerek şunu kaydetmiştir: “Rusya, Türkiye'den Çerkesya'yı kendisi için isteme hakkına sahip değildi. Öte yandan Türkiye de kendisine ait olmayan Çerkesya'yı Rusya'ya devredemezdi. Çerkesya her zaman Türkiye'den bağımsız olmuştur. Hatta o kadar, ki, Türk Paşası Anapa'da bulunduğu dönemde bile Rusya, kıyı ticareti konusunda Çerkesler'le birkaç anlaşma imzalamıştı. Türkiye ile ticaret ise sadece Anapa limanı üzerinden yapılıyordu.”
Çerkesya'nın Türkiye'den bağımsız bir ülke olduğunu Rus tarihçileri de itiraf etmek zorunda kalmışlardır. "Dağlıların Kafkasya'dan Sürülmesi" adlı eserinde A. Berje şöyle yazıyor: "Türkiye'nin Kafkasya boyları ve onların yaprakları üzerindeki egemenliği sadece sembolik nitelikteydi. Türkler Doğu kıyısında Anapa, Sokhumkale ve Poti gibi istihkâm ve kaleler kurmuşlarsa da buraların hâkimi sayılmazlar. Paşaları atamalarına ve bazı kıyı istihkâmları yapmalarına rağmen Türkler buradaki halkın yaşam düzenini, siyasi ve idari yapısını değiştirmemişlerdi. Türkiye sultanının ağırlığı sadece söz konusu kalelerle sınırlıydı ve demek ki, sadece buraları Rusya'ya bırakabilirdi. Karadeniz'in doğu kıyısında oturan yerli halklar (Çerkesler) ise siyasi açıdan tamamen bağımsız olup sadece dinî bağlılık ve ortaklık açısından sultanı halife olarak üst sayıyorlardı." A. Berje şöyle devam ediyor: "Bundan dolayı İngiltere, Türkiye'nin böyle bir taviz verme hakkını tanımadı. Böylece Karadeniz'in Doğu kıyısının Rusya idaresine geçişini de kabul etmemiş oluyordu. Bu konuda hukuki bakımdan İngiltere haklıydı. Oysa İmparatorumuz Nikolay hazretleri İngiltere'nin karşı koymasına hiç aldırmadı."Çerkesler Rusya'nın işgalci ve yayılmacı siyasetine karşı koyarak derhal direnişe geçtiler. Onlar üzerinde bağımsızlığın simgesi plan üç ok ve birleşik Çerkesya'nın başlıca boylarını simgeleyen on iki yıldız bulunan yeşil bayrak altında savaşıyorlardı. Bu milli bayrak hakkında yazanlardan biri de 1830 yılında Karadeniz'in doğu kıyısını gezen ve "Çerkesya'ya Seyahat" adlı bir kitap yayınlayan E. Spencer'dir.
Çar Rusya’sının sömürgeci ve işgalci saldırılarına karşı mücadelede destek arayan Çerkesler'in Avrupa ülkelerine başvurarak ilettikleri "Çerkesya Bağımsızlık Bildirisi" de aynı kitapta yer almaktadır. Söz konusu "Bildiri" o devrin İngiliz basınında da yer almıştır.
Edirne Anlaşması'nın imzalanmasından hemen sonra I. Nikolay, Kafkasya Müstakil Kolordu Komutanı General İ.F. Paskeviç'e şöyle yazıyordu: "Oldukça şerefli ve büyük bir işi bitirdikten sonra, şimdi de benim gözümde daha şerefli ve vereceği faydalar bakımından çok daha önemli bir başka işi bitirmelisin: Dağlı halkları ebediyen uslandırmak ve boyun eğmeyenleri yok etmek gerekir."Edirne Anlaşmasıyla elde ettiği nominal haklarını gerçekleştirmek için Rusya Kuzeybatı Kafkasya'yı doğrudan işgale başladı ve Çerkesler'e karşı açık şekilde savaş ilan etti. Rus-Çerkes Savaşı 1864 yılına kadar devam etti.
Şu bir gerçektir ki, başından beri bu savaş Rusya tarafından bir tecavüz ve işgal savaşı, kendi bağımsızlıkları için savaşan dağlı halklar açısından ise özgürlük savaşı niteliğindeydi.Biliyoruz ki Çerkesler'e karşı askeri harekat ve işgalci eylemlerde Rus monarşik devleti çeşitli acımasız yöntemler uygulamıştır. Karadeniz'deki askeri gemileri kullanmak suretiyle kıyı şeridini ablukaya almak da bunlardan biriydi. Ayrıca Karadeniz kıyısında müstahkem bir hat kurulmuştur. 1829 yılından başlayarak Ruslar Doğu kıyısında istihkâm ve kaleler yapmaya başladılar. Üstelik kıyıya yabancı gemilerin yanaşması engellenmiş, Dağlılara yapılabilecek muhtemel askeri, iktisadi ve diğer yardımlara yol verilmemiştir. Böylece Dağlıların direnme gücü zayıflatılmıştır.
Silah yardımına gelince, aslında bağımsız bir devlet, olarak Çerkezistan askeri yardım almak hakkına sahipti, ama gerçekte ne Osmanlı devleti, ne de resmen tarafsız bir tutum sergileyen İngiltere Çerkeslere reel bir silah yardımı yapmamışlardır.
Kıyıdaki Çerkes mevzilerini ele geçirmenin tek yolu denizden kıyıya çıkarma yapmaktı. Bunu yapmak için M.P.Lazarev'in komutasındaki Karadeniz filosu ile N.N. Rayevski'nin komutasındaki Karadeniz Kıyı Birlikleri görevlendirilmişti. 1831 yılında general İ.V.Paskeviç şöyle yazıyordu: "Kafkas boylarını esaret altına almanın ve orasını fethetmenin tek yolu ve çaresi askeri kuvvet kullanmak ve istihkâmlar kurmaktır."
Bilindiği gibi ilerici Rus aydınları Karadeniz kıyısının böylesine barbar şekilde Rusya'ya katılmasına ve işgal yöntemlerine karşıydılar. Onlar Dağlılarla barış yapılması, normal ticari ve iktisadi ilişkiler kurulması ve kültürel temaslar gerçekleştirilmesini istiyorlardı. Çıkarmaya katılan askerlerden olan Dekabrist N.LLorer şöyle diyordu: "Kılıç ve ateşle bir yere varılmaz. Öte yandan özgürce yaşayan ve kendi durumlarından memnun olan insanlara bu şekilde eğitim ve kültür götürme hakkını bize kim vermiştir?"
1838-1840 yılları arasında Rusya'nın Karadeniz filosu, kıyıya sekiz büyük çıkarma düzenlemiştir. Bunlardan beşi, ayrıca Subaşı, Tuapse (iki kez), Psışuape ve Tsemez çayları ağzına yapılan çıkarmalar, M.P.Lazarev'in komutasında gerçekleştirilmişti. Çıkarmalar sırasında başarıyı sağlayan yoğun topçu desteği idi. Yüzlerce topun aralıksız ateşiyle desteklenen çıkarmalarda, N.İ.Lorer'in yazdığı gibi, "kıyıdaki ormanlar ot gibi biçiliyordu."
Soçi çayının ağzında yapılan çıkarma hakkında M.P.Lazarev'e verdiği raporda Kontramiral F.G.Artyukov şöyle yazmıştır: "Filonun kıyıya yaptığı topçu ateşi yarım saat sürdü. Çerkesler azimle direniyorlardı ve çok sayıda kayıp vermelerine rağmen mevzilerini terk etmiyorlardı."Topçunun müthiş ve acımasız ateşini, Subaşı ve Şakhe ağzına yapılan çıkarmalarda bulunan N.N.Rayevskiy de şöyle itiraf etmiştir: "Bizim Kafkasya'da yaptıklarımız, İspanyolların Amerika kıtasını ilk işgali sırasında yaptıkları felaketi hatırlatıyor. İnşallah Kafkasya'nın fethi, Rusya tarihinde, o fetihlerin İspanya tarihinde bırakmış olduğu gibi kanlı izler bırakmaz."
1839 yılının Kasım ayında İmparator Hazretleri, Kafkasya'nın fethinde ortaya koyduğu hizmetlerden dolayı Psışuape çayındaki istihkâma M.P.Lazarev'in, Şakhe (Subaşı) çayı üzerindeki kaleye de Y.A.Golovin'in isimlerinin verilmesi doğrultusunda ferman çıkardı. Meskhako çayı üzerindeki kaleye de N.N.Rayevski'nin ismi verildi. Aynı yıl Aleksandriya limanının adı Navaginskiy olarak değiştirildi. Navaginsk alayı Çerkesya'nın Karadeniz kıyısına yapılan bu çıkarmalara katılmıştı.
Karadeniz Müstahkem Hattı, Çerkeslerin tarihinde oldukça kötü bir rol oynamıştır. Bu konuda N.N.Rayevski'nin yazdıkları çok üzücü ve düşündürücüdür: "Buraları viran ve harap etmekle beraber şu önlemler alınıyordu. Biz Dağlılarla her türlü ticareti yasakladık, ayrıca Rusya'dan tuz getirilmesini de önledik ve Türkiye ile ticari ilişkilerini engelledik." Aslında, bizzat N.N.Rayevskiy barışçı bir siyasetten yanaydı. 1839 Yılında Rayevskiy genel kanaat ve görüşlere karşı çıkma cesareti göstererek Sankt-Petersburg'a yazdığı raporda şunu kaydetmişti: "Dağlılarla tuz ticaretinin yasaklanması, onları itaat ettirmeyi zorlaştırıyor, kaçakçılığı teşvik ediyor ve Türkiye'nin etkisini kuvvetlendiriyor." Daha sonra Rayevskiy'in, raporunun beğenildiği ve Doğu kıyısındaki bütün istihkâmlarda tuz ticaretinin başladığı, barışçı ilişkiler için zemin arandığı görülüyor. Sadece Navaginsk, Tenginsk ve Golovinsk istihkamları istisnaydı. Rayevskiy, sabırla bu siyasetin sürdürülmesinden yanaydı: "Kırk yıldır uygulanan ve sadece kuvvete dayanan siyaset sanki çok mu yarar sağlamıştır?"
Fakat Kafkaslardaki savaşı bir an önce ve en çabuk bir zamanda başarıyla bitirmeyi hedefleyen Çar hükümeti, Kuzey-batı Kafkasya'yı barışçı bir yolla kendi topraklarına katmayı uygun görmüyordu. Bu yüzden tuz ticareti zaman zaman yasaklanıyordu. Örneğin; Rayevskiy'in yazdığına göre onun Kafkasya'nın Karadeniz kıyısındaki siyasi durumu merkeze bildirmesinden sonra general Grabbe'den Dağlılarla ticari ve barışçı ilişkileri durdurma talimatı geldi. 1841'de Karadeniz Müstahkem Hattında komutan görevini yapan general Arirep'in raporuna bakılırsa, tuz ticaretinin yeniden başladığını öğrenmiş oluyoruz: "... Novorossiysk'te Mayıs ayı içinde Dağlılar için 3500 pud (16.3 kg'a eşit ölçü birimi) tuz ayrılmıştır. Çevredeki Vubıkhlar'la mübadele için ben Navaginskiy istihkâmına 2000 pud tuz gönderdim."
Karadeniz Müstahkem Hattı yüzünden Dağlılar, deniz suyundan tuz alma imkânından yoksun kalmışlardı, tuz ise bulunamıyordu. Üstelik kıyıdaki otlak ve meralardan yararlanamayan Dağlılar arasında açlık kronik hal almıştı.
S.Esadze'nin yazdığına göre 1839-40 yıllarında sonbahar ve kışın korkunç bir açlık olmuştu: "Çerkesler açlıktan ölmektense elde silâh savaşarak şehit olmayı tercih etmişlerdi". Yiyecek ve cephaneyi ele geçirmek için Vubıkhlar ve Şapsığlar birleşerek 1840'ta kıyı istihkâmlarına akın düzenlediler. Bu akınlarda Velyaminovskiy, Mikhaylovskiy, Lazarevskiy istihkâmları ele geçirildi.
Kısacası, görüyoruz ki kıyıda kurulan istihkâmlar, aslında siyasi ve iktisadi abluka anlamına gelmekteydi.
M.P.Lazarev, Karadeniz Müstahkem Hattı'nın gerçek amacını açıkça itiraf etmiştir: “Kıyıdaki istihkâmlar sisteminin başlıca amacı, Kafkasya'daki asi dağlıların diğer ülke ve halklarla deniz irtibatını kesmekti. Böylece dağlıları en kıymetli ve hayati şeylerden mahrum ederek dize getirmek hedefleniyordu. Dışardan yardım alamayan ve muhtaç duruma düşen dağlı boylara sonra Rusya yardım edecek ve sonunda onlar esaret altına alınacaklardı.” Lazarev, istihkâmların çevredeki insanlara korku saçma gibi bir hedefi de vardı, diyor.
1854 yılında Karadeniz kıyısındaki istihkâmların ve kalelerin hemen hemen hepsi Çerkesler tarafından yok edilmiş, garnizonlar kaldırılmıştı. Daha 1830'larda Abzeh'lerin elinde esir plan Rus subayı F.Tornau'nun Çar'a söylediği gibi, “Kıyı istihkâmları sizin beklediklerinizi vermeyecektir. İstihkâmlar küçüktür, garnizonlar zayıftır, hastalıklar kol geziyor. Dağlılarla baş edemiyorlar, aslında ablukayı biz değil, onlar bize uygulamış oluyorlar.”
Kırım (Doğu) savaşı sırasında (1853-1856) İngiltere, Fransa ve Osmanlı Devleti Rusya'ya karşı müttefik olarak Kuban Çerkesleri'nin desteğini sağlamak istemişlerdir. Fakat Çerkesler buna yanaşmamışlardır.Çerkeslerin amacı, İngiltere'nin himayesi altına sığınmak veya Osmanlı Devleti ile birleşmek değildi. Kafkaslar'daki Rusya genel valisi N.N.Muravyov bu konuda şöyle diyordu: “Bağımsızlık için bizimle savaşan dağlılar için her türlü başka esaret ve bağımlılık da geçerli değildir ve onlar hiç kimsenin hakimiyetini kabul etmezler.”
Kırım Savaşı'ndan hemen sonra Kuzey Kafkaslar'da askeri hareket yeniden alevlendi. Rusya'nın taarruz harekâtının başlıca yönü önce Doğu Kafkasya'ydı. Burada Çeçenistan ve Dağıstan halkları yıllardan beri bağımsızlık savaşı veriyorlardı. İmam Şamil'in önderliğinde sürdürülen bu kahramanca savaş Rusya'yı uzun süre yıpratmıştır. 1859'da Şamil esir alındıktan sonra Rus yönetimi Batı Kafkasya'yı da kesin şekilde fethetmeyi kararlaştırdı ve bütün kuvvetlerini oraya yöneltti. Saldırıları aralıksız olarak kış-yaz demeden kesin zafere kadar sürdürmek emri verildi.Bu emir doğrultusunda 1861'de Kuban cephesi komutanı general Yevdokimov'un teşebbüsleriyle yeni askeri yöntem uygulanmaya başladı. Dağlılar ova ve vadilere sıkıştırılarak toplu halde yerlerinden sürülüyor, onların yerine Kazak stanitsaları (köyleri) kuruluyordu. Dağlıları ise bundan sonra Türkiye'ye göç etmeye zorluyorlardı. Aslında onlar sadece Anadolu'ya değil, Osmanlı İmparatorluğu'nun her tarafına göç etmek zorundaydılar. Yeydokimov, dağlıların özellikle deniz kıyısındaki mıntıkalardan çıkarılarak kovulmasını önemli sayıyordu. Yerdokimov'a göre, dağlıların göçe zorlanması oldukça önemli bir devlet işiydi ve savaşı kısa bir sürede fazla zayiat vermeden zaferle sonuçlandırmanın tek çaresiydi.
Rusya idaresini bu yeni yöntemi uygulamaya zorlayan, Kafkaslar'da devamlı ve istikrarlı bir egemenlik kuramaması ve dağlıların esareti kesinlikle kabul etmeyerek yılmadan savaşmalarıydı. “Dağlılar, her seferinde yeniden canlanarak silâhla karşı koyuyor ve Rus idaresini kabul etmiyorlardı. Onlar esarete alışabilecek bir halk değillerdi.” (A.Berje).
General Yevdokimov'un plânı 1862'de Çar II. Aleksandr tarafından onaylandı ve çarlık rejiminin resmi politikası oldu. Rusya'ya Kuban ve ötesindeki araziler lazımdı, oradaki yerliler ise lazım değildi. Batı Kafkasya'daki Çerkeslere karşı söz konusu plânı uygulamak üzere bölgeye 70 tabur, süvari (Dragun) tümeni ve 100 top sevk edilmişti.
Şamil teslim olduktan sonra Rusya'ya boyun eğmeyen dağlı boylar direnişin başarısına inançlarını kaybederek zamanla Rus idaresine geçiyorlardı. Bir kısmı da Türkiye'ye göç etmeyi kabul ediyordu. Çar'a sadık kalacaklarına ilk olarak Bjeduğlar yemin etmek zorunda kaldılar, 1860'da Natukhaylar boyun eğdiler, Çar ordularına karşı direnişi Şapsığlar, Vubıkhlar ve Abzehler (ve bazı Abhazlar. K.G.) sürdürüyorlardı.
1861'de onlar Büyük Özgür Meclis dedikleri bir hükümet kurdular. Hükümet, Soçi yakınlarında, Psakho çayı vadisindeki bir binada ikamet ediyordu. Meclis 15 üyeden ve diğer eşraftan oluşuyordu. Adı geçen üç Çerkes boyunun arazisinin tamamı 12 nahiyeye bölünmüştü. Har 100 haneden 5 silahlı süvari (atlı) verilmesi şeklinde askeri yükümlülük getiriliyordu. Savunma fonu oluşturmak için ise vergi düzeni uygulanıyordu. Savaş sonuna doğru siyasi ve diplomatik yönetimde Vubıkhlar'ın ağırlık kazandığı bilinmektedir. Özellikle İsmayıl Dziaş (Zeşo) ve Hacı Giranduk Berzeg bunlar arasında önemli kişilerdi.
1861 yılının Eylül ayında Meclis üyeleri, “yeniden fethedilmiş toprakları” görmek için bölgeye gelen II. Aleksandr'ın bulunduğu Khamketi istihkâmını ziyaret ettiler. Burada Hacı Giranduk “Çerkeş Boyları Birliği'nin Muhtırası”nı Çar'a sundu. Bu belgede, ezeli Çerkes topraklarının işgal edilmemesi, buralara stanitsa ve kaleler kurulmaması, köylerin ve yolların tahrip edilmemesi isteniyordu. Çerkesler, askeri harekâtın durdurulmasını ve statükonun korunmasını istiyorlardı. Delegelerin bu önerisi kabul edilirse, Dağlılar Rusya idaresini kabul edeceklerini taahhüt ediyorlardı. Fakat Çar'ın tutumu değişmedi. Rusya, Çerkeslerin kayıtsız şartsız olarak boyun eğmelerini talep ediyordu. Elçilere şöyle denilmişti: “Ben bir ay süre tanıyorum. Abzehler karar versinler: Kuban'a taşınmayı mı kabul edecekler yoksa Türkiye'ye mi gidecekler. Karar versinler.”
Dağlılar Çar ordularının ilerlemesine büyük bir azim ve kahramanlıkla direniyorlardı, ama kuvvetleri kıyaslamak saçma bir şey olur. Üstelik Rusların birlikleri köyleri yakıp küllüğe dönüştürüyorlardı, ekinler viran ediliyor, yapılar ve diğer emlak imha ediliyor, halk ise sürülüyordu. Tabii ki dağlılar koskoca İmparatorluğa karşı sonsuza kadar savaşamazlardı.
1863'te Abzehler ve Şapsığlar'ın direnişi sona erdi. General Kartsov'un raporuna göre, “Kafkas dağlarının batı kısmında, kuzey yamaçlarda hiçbir dağlı kalmamıştır, güney yamaçlarda ise Tuapse'den Novorossiysk'e kadar bütün deniz kıyısı halktan arındırılmıştır.” 1864'te General Yerdokimov'un plânı gereği Çar orduları Kafkasların güney yamaçlarına akın ettiler. Taarruz kış mevsiminde yapılıyordu. Çünkü kışın köylerin yiyecek ve diğer gereken şeyler stoku yağmalanarak ellerinden alınınca onların direnme gücü kalmıyordu. Çerkeslerin ailelerine bakmaları da zorlaşıyordu.
Güney yamaçtaki harekata Dakhovskaya Stanitsasında kurulan ve General Geyman'ın komutasında hareket eden askeri birlikler katılıyordu. Grandük Mikhail Nikolayeviç şöyle yazıyor: “Geyman, Tuapse ile Psışuape arasındaki toprakları temizleyerek bu çayların vadisinde bulunan bütün köyleri yok etmiş ve 16 Mart günü eski Lazarev, istihkamını yeniden ele geçirmişti.” Godlik çayı kıyısında toplanan yaklaşık beş bin Şapsığ oldukça müthiş bir direnişe geçtiler, ama az oldukları için sonunda dağlara çekildiler. 19 Mart günü Rus birlikleri Golovinsk istihkâmını ele geçirdiler ve Vubıkh topraklarına girdiler. Dağlılar, Soçi çayı vadisinde kayaların oluşturduğu "On Kapılar" adlı yerde bir Meclis toplantısı düzenlediler. Bu özgür dağlıların sön meclis toplantısı oldu. Onlar Çar'a sadık olmak ve Rusya uyrukluğunu kabul etmek kararlarını bildirmek için elçiler gönderdiler. Fakat dağlılar kendi topraklarında kalmaları şartını öne sürüyorlardı. Çar hükümeti ise bambaşka planların peşindeydi.General Geyman, Vubıkhlar karşısında son derece sert ve acımasız bir şart koydu: “Derhal, bir an önce karar vereceksiniz. Türkiye'ye göç etmek isteyenler hemen toplu halde deniz kıyısına, Şakhe, Vardane ve Soçi çayları ağzına insinler... Bizim idaremizi kabul edenler ise derhal Kuban'a tahliye edilmelidir... Hiçbir taviz beklenmesin, ben dinlemem.” Vubıkhlar'ın ileri gelenleri halkın kaderinin belirlendiğini anlayarak çaresiz kalmış ve vatanı bırakmak zorunda kalmışlardı.
Vardane mıntıkasında Geyman'ın askerleri bütün köyleri ateşe vermişlerdi. Albay S. Esadze bu konuda şöyle diyor: “25 Mart günü Vubıkh topraklarının ana merkezi Soçi kalesi işgal edildi. Soçi'nin düşmesiyle gururlu ve savaşçı Vubıkhlar'ın direnişi sona erdi.”
Bu olay Rusya devleti için o kadar büyük ve o kadar önemliydi ki. Çar Aleksandr 18 Nisan 1864'te Kafkasya genel valisine şu telgrafı göndermişti: "Vubıkhlar sorununun mutlu bir şekilde sonuçlanmasına gerçekten çok sevindim. Bu sonuç dolayısıyla Allaha şükretmekten başka ne yapabiliriz.”
Böylece Kafkasya savaşı aslında sona ermişti. Sadece Aşe, Psışuape ve Şakhe çaylarının yukarı kısımlarındaki Hakuçlar'la bazı Batı Abhaz boyları direnişi sürdürüyorlardı. 20 Mayıs günü Rusya ordusunun değişik birlikleri şimdiki Krasnaya Polyana kasabasının bulunduğu yerde birleştiler. 21 Mayıs 1864 tarihinde burada Kafkasya genel valisinin katıldığı bir törenle Kafkasya'nın fethi ve Kafkasya savaşının sonu kutlandı.
Böylece General Fadeyev'in dediği gibi “Barutlu ve silahlı eylemler” dönemi bitti. “Kafkasya'nın Fethi” adlı eserin yazarı olan Fadeyev şu korkunç gerçeği itiraf etmişti: “Çerkeslerin yarısını silahı bırakmaya mecbur etmek için diğer yarısını yok etmek gerekiyordu ve yapılan da buydu.”
Birçok yazar ve araştırmacılar, Kafkasya halklarının kahramanlık dolu bağımsızlık savaşını ve tarihte eşi ender görülen direnişini vurgulamışlar ve itiraf etmişlerdir. Hatta savaşa katılan Rus subayları, generalleri, Rusya yazarları ve tarihçileri bile bu gerçeği kabul etmişlerdi. Tarih ve insanlık bunu unutmayacaktır.
Bu arada daha savaş sırasında dağlıların çaresiz kalan kısmı toplu halde Türkiye'ye göç ediyordu. Şunu bilmeliyiz ki dağlıların yerleştirildiği Kuban'ın bataklık kısımları dağlıları memnun edemezdi. Üstelik buralarda insanca ve baskı görmeden yaşayabileceklerinden emin değillerdi. Kafkasya savaşına katılan General Olşevskiy'in yazdığı gibi “dağların özgür ve temiz havasına alışmış olan ve mutluluk içinde büyüyen dağlılar, o dağları Kuban'ın bataklık arazilerine değişemezlerdi.”
Rusya uyruğu olmayı kabul edenlere yapılan muamelenin adil olmaması, haklarının çiğnenmesi de dağlıların Osmanlı İmparatorluğu'na göçü tercih etmelerine neden oluyordu.
Dağlıları kısa bir zamanda ve çabuk şekilde sürgün etmek ve ayrıca Osmanlı devletinin engellemelerini ortadan kaldırmak için daha 1860'da General M.T.Loris-Melikov (Ermeni asıllıdır) İstanbul'a gönderilmişti. Onun ziyareti sonucu Osmanlı Devleti 3 bin Kafkas ailesini göçmen olarak kabul etmeyi benimsedi. Türk yönetimi bu göçmenleri Rusya sınırlarından uzak olan bölgelere iskân etmeyi taahhüt ediyordu. Bundan sonra ise göç ve sürgün herhangi bir diplomatik girişim olmaksızın devam etmiştir.Çar hükümeti için dağlıların sürülmesi ve göçü onlarla mücadelenin bir şekli olup yıllarca süren savaşın sona ermesini sağlıyor ve Rusya'nın Kafkaslar'da egemen olmasını kolaylaştırıyordu. Bu yüzden Rusya yönetimi dağlıların muhaceretini teşvik ve tahrik ediyordu.
Çar II. Aleksandr'ı Kafkasya savaşının zaferle sona ermesinden dolayı kutlayan Baryatinskiy şöyle yazmaktaydı: “Mümkün olduğu kadar vakit kaybetmeden dağlıları Türkiye'ye sürgün etmek gerekir ve ülke onlardan arındırılırsa, bölgede ebediyen hâkim oluruz.”
Kafkasya halklarının Türkiye'ye sürgünü tarihte eşi ender görülen facialardan biridir ve Rusya tarihi için yüz karası, Kafkasya tarihi için ise ibret ve uyarıdır.
Rusya kaynaklarına göre 1858'den başlayarak Kuzeybatı Kafkasya'dan Osmanlı İmparatorluğu’na yaklaşık 500.000 kişi göç etmişti. Böylece bir milyondan fazla Adıge nüfusunun yarısı vatanı terk etmek zorunda kalmıştı. A. Berje bu rakamın gerçekleri yansıtmadığını itiraf ederek, birçok Çerkes'in kendi imkânlarıyla Türk gemileri ve yelkenlileri ile Anadolu'ya geçtiklerini, bunların hiçbirinin resmi Rus kayıtlarında yer almadıklarını vurgulamıştır. Gerçekten de kıyıdaki limanlardan kendi imkânlarıyla denize açılanların sayısı çok daha fazlaydı.
Kafkasya savaşı bittikten ve Batı Çerkesler'i Osmanlı topraklarına sürüldükten sonra vatan topraklarında sadece 100 bin kadar Adıge kalmıştı. Ünlü Kafkasolog'lardan G.A.Dzidzariya ve diğer uzmanlar bu rakama dayanarak göç edenlerin sayısının 900.000 kişi olduğunu savunuyorlar. Dağlılar safında savaşa katılan A.Fonvill Karadeniz Bölgesi Dağlıları'nın Osmanlı topraklarına göçünün ne denli korkunç ve feci şekilde cereyan ettiğini kaleme almıştır. A. Fonvil şöyle diyor: “Bu mutsuz ve kara çileli halkın akıl almaz ızdırap ve fakirliklerini, sıkıntılarını yakından gördük. Dağlardan akıp gelen insan kitlesi korkunç bir manzara oluşturuyordu. Bunlar askerlerin işgal ettikleri yerlerden sürülen ve kovulanlardı. Son yağmurlar ve seller nedeniyle bu insanların binlercesi yaşamını kaybetmişti. Yol boyunca her adımda cesetlere rastlıyorduk. Sayısız hesapsız kişi açlıktan öldü.”
Göçmenlerin Osmanlı topraklarındaki durumu da iyi değildi, çekilmez çileleri vardı. Bazı göçmenler vatana dönmeye karar vermişlerdi. Osmanlı devletindeki Rus Büyükelçisi N.İ. İgnatyev, bu konuda şöyle bir bilgi vermiştir: “Edindiğim bilgilere göre, göç eden dağlıların Kafkasya'ya dönüşünün yasak olduğu ilan edilmiş olmasına, Türk makamlarının hiddetine ve engelleme önlemlerine rağmen binlerce dağlı bizim tarafa geçmektedir.”
Prof.Dr. Smirnov'un yazdığına göre, göçmenlerin yüzde 50 kadarı çeşitli bulaşıcı hastalıklardan ve yolda çektikleri sıkıntılardan hayata veda etmiştir. Sağ kalanların ise çoğu kadın ve çocuk olmak üzere yüzde 15 kadarı köle olarak satılmıştır(?).
Bunlar dağlıların Osmanlı devletine göç edişinin sadece bir tarafıdır oysa diğer acı yönleri de dile getirilmelidir. L.T. Lopatinskiy'in deyimini kullanırsak, “eskiden bir bütün oluşturan sağlam bir milletten geriye, sadece Kuban, Zelencuk ve Kuban'a dökülen diğer çaylar boyunca etnografya adaları gibi dağılmış olan küçük gruplar kalmıştır.”
“Karadeniz Kıyılarının Geçmişi ve Bugünü Hakkında Yazılar”ın yazarı L.S.Liçkov da dağlıların sürgün edilmesini yıkıcı ve feci bir gerçek olarak nitelendirmiştir: “Kanlı savaş sonucu dağlılar yok edilmiş ve sürülmüşlerdir, onların kültürü, sanatı, maddi mirası, suni kanalları tamamen mahvedilmiş, yılların çalışmasıyla yamaçlarda oluşturulan teras ekenekler uçmuş, heyelandan kaybolmuş, bağ ve bahçeler kesilip kaldırılmış, savaş sırasında ve yeni iskân döneminde bu bölge bütünüyle viran edilmiştir.”1860-70'li yıllarda dağlardan çıkmak zorunda kalan Şapsığlar ve Hakuç Çerkesleri eski meskenlerine dönüyorlar ve yerleşiyorlardı. Bunlar eskiden çok sayıda olan köylerden sadece üçüydü. Ligoth, Kiçmay ve Thagapş adını taşıyan bu köylerde 1891'de 731 kişi oturuyordu. 1897 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre ise Tuapse ve Soçi arasındaki arazide yerli halktan 1938 kişi oturmaktaydı.Halen Adıgeler (Çerkesler) toplu halde Adıge, Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes Cumhuriyetlerinde, Kuzey Osetya Cumhuriyeti'nin Mozdok bölgesinde ve ayrıca Krasnodar Krayının Lazarevskiy, Tuapse ve Uspensk ilçelerinde (rayonlarında) oturmaktadırlar. Adıgeler'in Rusya'da (eski SSCB'de) toplam nüfusu yaklaşık 500 bin kadardır.2 milyondan fazla Adıge ise eski SSCB dışında: Türkiye, Suriye, Ürdün, Mısır, Filistin'de Avrupa ve Amerika'da oturmaktadır.
Rus-Kafkas savaşı sırasında Adıge halkının başına gelen facialara, milletin büyük bir kısmının yok olmasına, yüz binlercesinin vatansız kalmasına, halen yurtdışında olanların yıllarca yaşadıkları acı gurbet hayatına ilgisiz kalamayız.
Milletin hafızası, halk edebiyatı örneklerinde, şarkı ve efsanelerde, ayrıca sürgünlerin ağıt ve hüzünlerinde, bugüne kadar Karadeniz kıyısı köylerinde söylenen destanlar ve hatıralarda tarihin unutulmadığını ortaya koymaktadır. Adıge halkının Kafkasya savaşıyla ilgili olarak meydana gelen, ortaya çıkan ve uygulanan yer adlarına, anıtlara ve diğer hatıra örneklere yaklaşımında işte o hafıza, işte o tarih bilinci önemli rol oynamaktadır. Çünkü Geyman ve Rayevskiy gibi Çar generallerinin ve Çerkesler'in kafalarından koleksiyon toplayan, kan içen Albay Zass'ın, ayrıca Kafkaslardaki haksız işgal savaşına katılan Apşeron, Mingrel, Yerevan, Navaginsk alaylarının adları, yerleşim birimleri, sokak ve caddeler vb.nin adlarında yaşıyor, anıtları duruyor, gemi demirleri ve topları anıt olarak günümüzde de korunuyor.
Soçi kentinin Lazarevskiy rayonunda (ilçesinde) Krasnoaleksandrovsk köyü var ve bu avulda Adıgeler (Şapsığlar) oturuyorlar. Bu köyün adı, dağlıları bir "fermanla" Osmanlı topraklarına süren Çar II. Aleksandr’ı ebedileştirmektedir. Aynı Rayonun kasabalarından biri ise General Golovin'in adını taşımaktadır. Bu General Dekabrist isyanını bastırdıktan sonra Kafkasya'da müstakil Kolorduya komutanlık ederek dağlıların bağımsızlık savaşına karşı acımasız ceza ve katliamlar uygulamıştır. Önce Çeçenistan ve Dağıstan'da İmam Şamil'in önderliğinde yapılan milli mücadeleyi bastırmakla görevlendirilen General Y.A.Golovin sonra Karadeniz kıyı şeridinde istihkâmlar kurulmasına ve hatta Şapsukho ve Tuapse çayları ağzına yapılan çıkarmalara katılmıştır.
Amiral M.P. Lazarev'e gelince, o ünlü bir Rus denizcisi olup Karadeniz Rus Filosunun kurucusudur. Fakat ne var ki, Kafkasya'nın Karadeniz kıyısı onun katkılarıyla işgal edilmiştir, harp tarihinde örnek olarak gösterilen deniz çıkarmalarını o düzenlemiştir. M.P.Lazarev, deniz askeri sanatı tarihinde ilk defa çıkarma anına kadar aralıksız olarak topçu ateşiyle destek verme yöntemine başvurmuştur. Evet, Lazarev kıyıdaki insanlara (Çerkesler'e) katliam uygulayarak harp tarihine girmiştir ve bugün Amiral Lazarev'in ismi anıtlarda, yer adlarında, sokak ve caddelerin adlarında yaşıyorsa, bu sözünü ettiğimiz nedenlerle hayata veda eden on binlerce Kafkaslının hatırasına ve bu Kafkasyalıların evlatlarına saygısızlık demektir.
Ahlâk ve insaniyet açısından, çar ordusu erlerinden Arkip Osipov'un anıtı ve ayrıca Tuapse rayonunda onun adını taşıyan bir kasabanın bulunması gerçekten suçtur. A.Osipov'un söz konusu anıtı üzerinde şu yazıyı okuyoruz: “Kahraman er Arkip Osipov, Rus ordusunun nam ve şanı uğruna hayatını feda ederek şehit olmuştur. O, 1840 yılında Mikhaylovskiy istihkâmında barut deposunu patlatarak ölmüş ve saldıran 40 dağlıyı da yok etmişti.” Bu kadar da saçmalık ve saygısızlık olur mu? Hadi diyelim Rus eri şahsen cesur ve korkusuzmuş, ama bu "kahramanlığı" neden ve ne uğruna yapmıştı? Kendi anayurdunu savunan ve sömürge ordularına direnerek vatanlarına sadık kalan dağlıları öldürmek kahramanlık mıdır? Bu ere anıt dikmek maskaralıktan ve yerli halkla alay etmekten başka bir şey değildir. A.Osipov sadece Çar hükümetinin, işgalci Rus ordusunun, sömürgeci bir İmparatorun, onun erkanının çıkarları uğrana ölmüş ve onlara alet olmuştur.
Bütün bunlardan sonra şunun altını çizerek söylüyoruz. Bölgemizde Çarlık rejiminin işgalci siyaseti ve savaşlarıyla ilgili olan yer adlarının ve anıtların kaldırılması, yerli halklara karşı insani bir uygulama olacaktır. Bu yapılırsa, tarihi ve insani adalet yerine getirilmiş olur ve diğer halkların da milli gururu ve inançları zedelenmez.
"Çerkesiya v XIX Veke" (1. Koşhable Forumu Belgeleri) Maykop 1991
KAYNAK KÜNYESİ: Kafkasya Gerçeği / Üç Aylık Kültürel Dergi, Sayı:12, Nisan:1993, Sayfa: 38-49
-
Çerkes Sorunu Hakkında Türk Kamuoyu ve TBMM'ye Sunu-I
02 Temmuz 2024, Salı -
Çerkes Sorunu Hakkında Türk Kamuoyu ve TBMM'ye Sunu-II
02 Temmuz 2024, Salı -
Çerkezistan (Kuzey Batı Kafkasya)
28 Haziran 2024, Cuma -
Karadeniz Müstahkem Kıyı Hattı Ve General Yevdokimov'un Planı
25 Nisan 2015, Cumartesi -
Çerkezistan (Kuzey Batı Kafkasya)
30 Mart 2015, Pazartesi -
Ari Terimi ve Kafkas Arileri
16 Ocak 2014, Perşembe -
Adığe Bayrağı(NIP)’nın Tarihçesi
06 Temmuz 2012, Cuma