EDEBİYAT
Çerkes Masalları
1966-67 yıllarında, öğrenim için İstanbul’a gittiğim ilk yıllarda Mehmet Yasin Çelikkıran ismini “Türkiye Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Sekreteri” olarak duymuştum. Bu, önemli bir sandı benim için, büyük ve saygıdeğer bir görevdi. Rahmetli Yasin Ağabeyim için de öyleydi. Bu derneğin düz üyeliğinden başkanlığına kadar her görev, onun için önemliydi, kutsaldı.
Kimi görevlerin önemi, o görevin teorik çerçevesinden, toplum için taşıdığı objektif değerden, o görevin somut toplumsal etkilerinden kaynaklandığı gibi, o görevi oluşturan kurumun niteliğinden, yapısından; o kurumun yöneticilerinin ve mensuplarının o göreve verdiği öznel değerden de kaynaklanabilir.
Şimdi “Bağlarbaşı Deneği” olarak anılan o günkü “Türkiye Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği” sıradan bir ilçe, bir mahalle derneği değildi; yalnızca İstanbul’u bile değil, tümüyle Türkiye’yi kucaklamayı amaçlayan, (belki Çerkes dünyasında da etkili ve söz sahibi olması beklenen) en eski ve en büyük sivil toplum kuruluşumuzdu. Bu kurum, rahmetli Mehmet Yasin Çelikkıran için bir devlet çatısı gibiydi. Benzetmek uygunsa Başkanı Cumhurbaşkanı, Genel Sekreteri Başbakan, Yönetim Kurulu üyeleri Bakanlar Kurulu üyeleri konumundaydı. Rahmetli Yasin Ağabey görevini böyle bir anlayış ve ciddiyet içinde yerine getirmeye çalışırdı. Bir kurmay/bürokrat titizliği ile hazırladığı yazıları, suretleriyle birlikte imza kartonuna yerleştirip, önünü ilikleyerek imza için başkana sunarken takındığı tavır, bu anlayış ve ciddiyetin en açık göstergesiydi.
Gerçekten de öyleydi Anadolu’da öldürülüp toprağa gömülmek üzere bulunan Kafkas dilleri ve Kafkas kültürü için, Kafkas Kültür Derneği son derece önemli bir kurumdu. Daha doğrusu; bu dillerin ve kültürün yok olmasını önleme görevini üstlenebilecek başka bir kurum yoktu. Bu anlamda Kafkas Derneği çok önemli bir görevi yerine getiriyordu. Bu yüzden de o derneğin başkanlığı, yöneticiliği çok önemli ve saygın bir makam sayılmalıydı.
T’EŞU Mehmet Yasin, 1927 yılında küçük bir memur ailesinin çocuğu olarak Gaziantep’te doğdu. Adığelerin Şapsığ boyundan olan babası Şerif Bey, Kafkasya’dan Balkanlara (Priştene’ye), oradan da Edirne Anlaşması gereğince Anadolu’ya sürülüp iskan ettirilen Çerkeslerdendi. Emniyet kadrolarında görev yaptı. Ev hanımı olan annesi Fatimet Hanım ise Adığelerin Abdzax boyundan ve Abıde ailesindendi.
Küçük Mehmet Yasin, ilkokulu Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde okudu. İlkokul sırasında parlak zekası ve çalışkanlığıyla öğretmenlerinin dikkatini çekti. Öğretmenleri babasına çocuğu okutmasını önerdiler. Rehberlik edip, Galatasaray Lisesi sınavlarına girmesini sağladılar.
Mehmet Yasin, orta ve lise öğrenimini Galatasaray Lisesinde parasız-yatılı (leyli meccani) olarak okudu. Küçük yaşta babasını kaybetmesi üzerine öğrenim hayatı büsbütün zorlaştı. Ama asla yılgınlık göstermedi. Her türlü zorluğa ve sıkıntıya katlandı. Ailesini geçindirme kaygısı, öğrenimini tamamlama konusunda kendisine büyük güç verdi.
Galatasaray Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Ne var ki artık ailesinin geçimini sağlayabilmek için çalışmak zorundaydı. İstanbul Belediyesi’nde memur olarak çalışmaya başladı. İş ve çalışma koşulları öğrenimini sürdürmesine izin vermedi. Fakülteden ayrılmak zorunda kaldı. Askerliğini yaptı. Daha sonra Pazarcık eşrafından, K.Maraş ve çevresinde hanedan bir aile olarak tanınan Adığelerin Abdzax boyundan Nedimoğlu Mahmut Beyin kızı Meliha hanımla evlendi. İnci Seminay ve Işıl Setenay adlı iki kızları oldu.
T’EŞU Mehmet Yasin, kızlarını hem geleneksel Adığe kültürüne, hem de çağdaş dünyanın gereklerine uygun biçimde yetiştirmek istiyordu. İnci Seminay daha minicik bir bebekken, Adığe müziğinin ve kültürünün onun bilincinde yer etmesini sağlama düşüncesiyle mızıka virtiözü rahmetli DIDIXHU Şuayib’i sık sık evine davet ederek bol bol mızıka çaldırdığını; çoğu zaman dernekteki gençleri de çağırarak bu müzik ziyafetini geleneksel bir Adığe şölenine dönüştürdüğünü; böylece hem müzik, hem de görüntü ve insan ilişkileri yoluyla minik İncinin dimağına sevgi ile bağlanabileceği bir Adığe imajı yerleştirmek için nasıl çaba gösterdiğini hiç unutmuyorum.
Mehmet Yasin Çelikkıran, ailevi ve ekonomik nedenlerle gençliğinde ara vermek zorunda kaldığı yüksek öğrenimini, daha sonra İstanbul İktisadi Ticari İlimler Akademisinde tamamladı, İİTİA Galatasaray İktisat ve İşletmecilik Yüksek Okulunu bitirdi. Türkçe ve Adığece dışında Fransızca ve İngilizce de biliyordu.
İstanbul Belediyesinde memur, İİTİA Galatasaray İktisat ve İşletmecilik Yüksek Okulunda İdare Amiri, Galatasaray Lisesinde Dahiliye Şefi ve Yönetici, Turizm Bakanlığında İşletme Müdürü olarak toplam 39 yıl süreyle devlet hizmetinde bulunduktan sonra 1989 yılında emekliye ayrıldı.
1991 yılında Türkçe-Adığece ve Adığece-Türkçe sözlükleri Maykop’ta, 1994 yılında da Çerkes Atasözleri ve Deyimleri kitabını İstanbul’da yayınladı. Çerkes Masallarını çevirip hazırladıysa da yayımlamaya ömrü yetmedi ve 2 Ocak 1996 tarihinde, artık anılarımızda yaşamak üzere aramızdan ayrıldı.
T’EŞU Mehmet Yasin Çelikkıran İstanbul’da, başta sözünü ettiğim şimdiki Bağlarbaşı Derneğinde 1946 yılından beri en aktif üyeler arasında yer aldı. Kendi anlatımıyla “11 yıl Genel Sekreter, 19 yıl denetimci, 10 yıl da onur kurulu üyesi” olarak görev yaptı. Emekliye ayrıldıktan sonra Ankara Kuzey Kafkasya Kültür Derneğine de üye oldu ve bu derneğin faaliyetlerine de fırsat buldukça katıldı.
T’EŞU Mehmet Yasin Çelikkıran, Türkiye’deki Çerkeslikle ilgili çalışmaları, yayınları yakından izlediği ve olanakları ölçüsünde hemen hepsine katılmaya çalıştığı gibi, aynı zamanda dünyadaki diğer Çerkes organizasyonlarıyla da yakın ilişkiler içindeydi. Bu ilişkilerin bir sonucu olarak Amman Çerkes Derneği (Ürdün), Şam Çerkes Derneği (Suriye), Kfar Kama Çerkes Deneği (İsrail), Adığey Cumhuriyeti Adığe Derneği (Maykop), Kıyıboyu Şapsığ Bölgesi Adığe Derneği (Lazarevski) gibi birçok kuruluşun onur üyesi olmuştur.
T’EŞU Mehmet Yasin Çelikkıran, Türkiye’de birçok ilke imza atmış yurtsever bir Çerkes aydını, çağdaş ve çalışkan bir insan, bir dost olarak tarihimizde yerini alacak ve anılarımızda yaşayacaktır.
1968 yılı sonlarında rahmetli T’EŞU Mehmet Yasin Ağabeyin rehberliği ve desteği ile aynı işyerinde birlikte çalışmaya başladık. O tarihlerde sigara içme alışkanlığına henüz yakalanmıştım. Ancak geleneklerimiz gereği, hem Türkiye Kafkas Kültür ve Yardımlaşma Derneği gibi çok önem verdiğim bir büyük kuruluşun önde gelen bir yöneticisi, hem de ağabeyim saydığım değerli bir büyüğüm olması nedeniyle rahmetlinin yanında sigara içmiyordum. Bütün gün aynı odada birlikte çalışınca buna katlanmanın ne kadar zor olduğunu tiryakiler ve geçmişte tiryakilik yaşamış olanlar gayet iyi bilir. Çeşitli bahanelerle sık sık odadan çıkıyor, sigaramı içip dönüyordum. Rahmetli, durumu hemen farketti ve bir gün öğleye doğru, “Bugün dışarı çıkma, öğle yemeğini birlikte yiyelim” dedi.
Yemekten sonra garip bir şekilde söze başladı:
“Biliyor musun, dedi, “On sekiz yaşını bitiren adamı asıyorlar”
Hiçbir şey anlamadım, ne diyeceğimi şaşırdım.
“Ben Adığeyim ama Galatasaray’da okudum, Fransız kültürü aldım” dedi sonra. Bildiğim kadarıyla böyle şeyler söylemek pek adeti değildi. Şaşkınlığım bir kat daha arttı.
“On sekiz yaşını bitiren biri, artık çocuk değildir” deyince durumu biraz anlar gibi oldum. Ama tam olarak ne diyeceğini beklemem gerekiyordu, bekledim. O konuşmasını sürdürdü:
“Ben onu kendi emsalim, arkadaşım sayarım. Böyle saymazsak da biz bir yere varamayız zaten. Biliyorum, sen sigara içiyorsun. Bana saygı göstererek yanımda içmediğini de biliyorum. Buna memnun oluyorum, teşekkür ederim. Ayrıca geleneklerimize böylesine bağlılığının için de seni kutluyorum, aferin. Ama şimdi seninle biz burada iş arkadaşıyız, bütün gün birlikte çalışıyoruz. Tiryaki için sigara, acıkan için yemek gibidir. Sen istersen bakarlının göreceği durumlarda nasıl istersen öyle davran ama biz bizeyken sigaranı benden saklamanı istemiyorum. Sigara bizi birbirimizden uzaklaştırmasın”.
Söylenecek bir şey yoktu. Sigara ikram etti. Utana sıkıla, istemeyerek almak zorunda kaldım. Daha bir yakınlaştığımızı hissettim.
Altmışlı yılların ilk yarısında İstanbul Derneği, çoğu zaman ünlü Pera Palas oteli salonlarında yemekli, içkili, danslı muhteşem mevsim baloları, Boğazda mehtap gezileri düzenlermiş. Rahmetli Haşim Sotoy hoca ve yetiştirdiği halk oyunu ustaları, bu eğlence organizasyonlarında profesyonelleri aratmayacak kadar güzel danseder, özel konuklara parmak ısırtırmış.
(Parantez içinde belirtelim ki, altmışlı yılların sonuna doğru kendi anti-tezlerini oluşturan bu debdebeli, şaşalı günler gerilerde kalmaya başlamıştı. Sonraki dönemlerde bizim kuşak, bu anti-tezleri geliştiren kuşak oldu. Pera Palaslarda mutlu azınlığın 200-400 liralarla katıldıkları içkili, yemekli, danslı mevsim baloları, Boğazda mehtap gezileri yerine, Şehzadebaşı Yeni Saray Düğün Salonu’nda dar ve sabit gelirli halk çoğunluğunun 7,5-10 liralarla katılıp kendi özgün kültürünü yaşayabileceği Kültür-Eğlence geceleri, Mezuniyet Geceleri düzenlemeye başladık. Bu etkinliklerde de en büyük desteğimiz yine rahmetli Yasin Ağabeyimizdi)
Aynı dönemde Ankara’da 1961 yılında kurulmuş olan Kuzey Kafkasya Kültür Derneği de rahmetli Elbruz Gaytaoğlu hocanın büyük dirayeti ve özverisiyle son derece popüler bir halk dansları topluluğu yetiştirmiş, büyük spor salonlarında coşkulu, kitlesel gösteriler yapmaya başlamıştı.
İstanbul ve Ankara derneklerimiz arasında tatlı bir rekabet var gibiydi. Bunu çok sonra fark ettim.
İstanbul Derneğimiz Galatasaray’da dernek merkezi ve lokal olmak üzere büyük bir daire satın almıştı. Taksit ödemelerinde sıkıntı çekiliyordu. Hem bu sıkıntının aşılmasına bir katkı, hem de güzel bir kültürel etkinlik olmak üzere rahmetli Yasin Ağabey ile birlikte Ankara derneğimizin halk dansları topluluğunu İstanbul’a davet edip, Spor ve Sergi Sarayında büyük bir gösteri yaptırmayı uygun bulduk.
Yasin Ağabey, öneriyi Yönetime götürdü. Doğrusunu söylemek gerekirse Yönetim kendini bile yönetemez, Yönetim Kurulu toplantılarını dahi düzenli olarak yapamaz duruma gelmişti. Önerilen etkinlik ise oldukça hacimli, riskli, büyük bir etkinlikti.
Kırk, elli kişilik bir ekibi Ankara’dan getirip misafir etmek, ağırlamak, salon kirası, afiş ve diğer tanıtım masrafları, vergi, rüsum vb. gibi yüksek boyutlara ulaşan giderleri karşılamak, bunun için 5000 kişilik koca Spor Sergi Sarayını doldurmayı göze almak kolay işler değildi.
Yasin Ağabey gençleri, özellikle 1967 yılı sonlarına doğru verdiği kararlı mücadele ile dernek adına ilk kez 1968 yılı duvar takvimini çıkarıp satarak, derneğe önemli ekonomik katkı sağlayan, böylece saygıdeğer büyüğümüz Prof. Dr Hayri Domaniç’in deyimiyle “rüştünü ispatlayarak” gençlik kolu kurma yetkisine hak kazanan gençleri, daha yakından tanıyor ve onlara güveniyordu. Projeyi güçlükle de olsa Yönetime kabul ettirdi. Bir kurmay titizliği ile çalıştı. Böylesi bir büyük organizasyonun nasıl yapılması gerektiğine ilişkin ilk bilgi ve deneyimleri birçoğu gibi ben de Yasin Ağabey’den öğrendim. Salonun kiralanmasından, bez afişlerin, duvar afişlerinin nerelere asılacağına, vitrin afişlerinin nerelere konulacağına, el ilanlarının nerelerde dağıtılacağına, davetiyelerin bastırılıp satılmasına, konukların karşılanıp ağırlanmasına, gösteri akşamı salonda yapılacak görevlere kadar kimlerin nerelerde, ne zaman, hangi görevleri yapacaklarına değin hemen her şeyi düşünmüş, planlamış ve yazmıştı. Plan başarı ile uygulandı.
Bu olayı söz konusu etmemin bir nedeni, bu etkinlik sırasında yaşadığımız bir olayı paylaşmak ve rahmetli Yasin Ağabey’in ne denli hoşgörülü, sorumluluk duygusuna sahip gerçek bir yurtsever olduğunu bir kez daha anımsatmak içindir.
Salonda tüm görevlendirmeler yapılmıştı. Yasin ağabey, protokol davetiyelerinin dağıtımını sütlenmiş ve yine “son anda mahcup olacağımız bir büyüğümüz çıkıp gelirse” düşüncesiyle ön sıralarda bir miktar bileti de alıkoymuştu. Rahmetli kaygılanmakta da haklıydı, son anda çıkıp gelen birçok yaşlı, büyük ve konuk karşısında dernek adına mahcup olmaktan böylece kurtulduk.
Bu arada neredeyse program başlamak üzere iken özellikle Çerkes toplumunun bir kesiminde daha çok tanınan, Yasin Ağabey’den yaşlıca biri geldi. Davetiyesi, bileti filan yoktu. Kapıdaki onca görevliye aldırmadan doğruca salona daldı. Yasin Ağabey, kimsenin tepki göstermesine fırsat bırakmadan yetişip eşlik etti. Mihmandarlık ederek uygun bir yere götürüp yerleştirdi ve o yere ait numaralı davetiyesini takdim etti. Davetiye bedelini istediğinde konuk Yasin Ağabey’i “Sen git de kapıcılığını yap” türünden kaba bir sözle tersledi. Yasin Ağabey beyninden vurulmuşa döndü. Layık olduğu karşılığı verse, ortalık karışacak, dernek adına görev ve sorumluluğunu üstlendiği gece berbat olacaktı. Susup sineye çekse, çekilecek gibi değildi. Saniyeler içinde bir kızardı, bir bozardı ama sonunda kendine hakim olmayı başardı.
Yasin Ağabey’i asıl üzen, kendisine yapılan hakaretten çok bunca eşsiz meziyetleri olan ve kendisinin mensubu olmaktan onur ve gurur duyduğu bir toplumdan böylesine anlayışsız, “yontulmamış”, kaba saba birinin çıkmış olmasıydı.
Yıllar sonra aynı adam gelip Yasin Ağabey’den özür diledi. Yasin Ağabey’in nasıl mutlu olduğunu anlatamam. Ona göre bu toplumun en “yontulmamış”ı bile özür dilemesini biliyordu. Bu toplum, gerçekten de mensup olmaktan onur ve gurur duyulacak bir toplumdu.
Rahmetli T’EŞU Mehmet Yasin Çelikkıran’ın Türkiye Çerkesleri içinde birçok ilke imza atmış değerli bir aydın ve yurtsever olarak tarihimizde ve anılarımızda daima yerini alacağını söylemiştik.
O, Türkiye’de 60’ından sonra anadiliyle okuma-yazma öğrenmiş ilk Adığedir. Adığe alfabesini söktüğü, Anayurt Kafkasya’da basılmış Adığece kitapları heceleye heceleye de olsa okumaya başladığı günlerdeki sevinç ve mutluluğunu herkes gözlerindeki parıltılardan okuyabilirdi. İlkokulda okumayı söken ve göğsüne kırmızı kurdele takılan çocuklar gibiydi.
İnsan düşünmeden edemiyor, yirmi otuz yıl sonra bugün, içinde bulunduğumuz nisbi ve fiili özgürlük ortamında bile kendi anadilinde okuma-yazmayı başararak bu hazzı tadabilmiş kaç kişi vardır acaba?
Türkiye’de ve dünyada ilk Adığece-Türkçe ve Türkçe-Adığece sözlükleri hazırlayıp yayınlayan O’dur. Çok yakınında, hatta önemli ölçüde içinde bulunduğum bu sözlük çalışmalarına ilişkin ortak anılarımızdan, rahmetli kendi yaşamında (en azından yazılı olarak) söz etmedi. Ben de hem O’na saygı duyarak, hem de daha çok uzatmamak için bu konuya ilişkin ayrıntılara girmiyorum.
Türkiye’de “Çerkes Atasözleri ve Deyimleri” kitabını ilk düşünüp hazırlayan ve yayınlatan yine o’dur. Hiç değilse yazım tekniği ve kullanılacak latin kökenli Adığe alfabesi bakımından benim de bir nebze katkıda bulunduğum bu kitabı bir yayın sözleşmesi imzalayarak profesyonelce yayınlattığı zaman kendisini kutladığımda “Şimdi sıra Çerkes Masallarında” demişti.
Evet, Türkiye’de Çerkes Masallarını çevirip yayınlamanın gereğini ilk gören de O olmuştur. Elinizdeki kitap, bu öngörünün bir sonucu ve ürünüdür. Ne yazık ki ömrü vefa etmemiş ve bu kitabı yayınlayamadan yaşama veda etmek zorunda kalmıştır. İlk kez O’nun düşünüp gündeme getirdiği Çerkes Masalları O’nun ölümünden sonra başkaları tarafından yayınlanmıştır.
Elinizdeki kitap esas olarak Rusya Federasyonu içinde yer alan Adığey Cumhuriyeti’ndeki Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü tarafından derlenen, değerli araştırmacı ve bilim adamı XHUT Şemseddin öncülüğünde düzenlenip 1990 yılında Maykop’ta yayınlanan ADIGE PŞISEXER/ ADIGE MASALLARI adlı kitaptan yapılmış bir seçkidir. Kitap, 232 sayfalık orijinalindeki 150 masal ve halk söylencesinden rahmetli T’EŞU Yasin tarafından bizzat seçilip Türkçeye çevrilmiş 37 masal ve söylenceyi içermektedir.
Benim yaptığım şey, yalnızca bunları bir kez daha orijinalleri ile karşılaştırarak kontrol etmek, bazı ufak tefek düzeltmelerle Türkçe masal diline uyarlamak, orijinaline uygun bir sıralama ve düzenleme ile yayına hazırlamak olmuştur.
Ham çevirilerin büyük çoğunluğunun bilgisayara aktarılmasındaki katkıları için Murat Bapşu’ya, kitabın yayınını üstlenen KAF-DER Genel Merkez Yönetimine ve Genel Başkanı Muhittin Ünal’a teşekkür ederim.
Bu arada bitirirken, bu çalışmanın orijinal bütüne ilişkin kısa bir bilgiyi de paylaşmak isterim. Bir süre benim de araştırmacı olarak görev almış olmaktan onur duyduğum Adığey Cumhuriyeti Sosyal Bilimler Araştırma Enstitüsü, oldukça mütevazi görünümüne karşın, Adığe dili, edebiyatı, tarihi ve kültürü gibi konularda gerçekten çok önemli çalışmalar yürütmektedir. Adığe sözlü kültür ürünlerini derleme çalışmaları bunlardan yalnızca biridir.
Uzun zamandır yürütülen Adığe sözlü kültür ürünleri derleme çalışmaları, önemli ölçüde tamamlanmıştır. Bugüne kadar yapılmış olan derlemelerin, Adığe Söylenceleri Külliyatı denilebilecek bir hacimde, 12 cilt halinde yayınlanması düşünülmektedir. Bir bölümünün Türkçelerini bu kitapta sunduğumuz masal ve söylencelerin kaynağı olan Adığe Pşısexer kitabı da bu çalışmanın ilk cildi sayılabilir. Şu anda yaklaşık 500’er sayfalık iki yeni cildi daha yayına hazır durumda olup, yayınlanmak için sponsor olabilecek varlıklı, kültür dostlarını beklemektedir.
Siyasal ve sosyal ortamın uygun olmasına karşın, belki kimi ekonomik ve sosyal nedenlerle Anayurda dönüşü gerçekleştiremeyen muhaceretteki yurtsever Çerkeslerin, Anayurda hiç değilse ekonomik olarak katkıda bulunmaları; kendileri için nisbi bir tatmin vesilesi olabileceği gibi, sözünü ettiğimiz bilimsel araştırmaların kitap olarak yeniden dünyaya gelmeleri ve kitlelere ulaştırılmaları bakımından da büyük önem taşıyacaktır.
Emek veren tüm bilim ve kültür erlerine olduğu gibi, durumu uygun olup sorumluluk duyarak katkıda bulunacak tüm bilim ve kültür dostlarına şimdiden teşekkür ederiz.
Son olarak belirtelim ki, ilk profesyonel turistik gezi organizasyonunu hem de ülkelerarası katılımla gerçekleştiren yine rahmetli T’EŞU Mehmet Yasin Çelikkıran olmuştur. Bu gezinin izlenimlerini hem katılanlarda, hem de anayurtta hala çok taze ve canlıdır.
Rahmetli T’EŞU Mehmet Yasin Çelikkıran’ı bir kez daha rahmetle anar, anısı önünde saygıyla eğiliriz. Ruhu şad olsun.
Çerkes Masalları kitabının önsözünden alınmıştır.
Ankara 01.11.2000
Fahri HUVAJ
-
Ananın Gözyaşları (Nâniyn Barxiş)
17 Mayıs 2015, Pazar -
Son Ürün
25 Nisan 2015, Cumartesi -
Yılanın Fikri
30 Mart 2015, Pazartesi -
Çerkes Masalları
23 Şubat 2015, Pazartesi -
Kayaya Tırmanan Atlı
24 Ağustos 2012, Cuma -
Oset Edebiyatı
01 Ağustos 2012, Çarşamba -
Dağıstan Edebiyatına Kısa Bir Bakış
06 Temmuz 2012, Cuma