KİM KİMDİR?
Gayttati Elbruz Gaytaoğlu
1960 ve 70 li yıllarda, genellikle Ankara ve çevresinde yaşayan, Kafkaslı hemşerimizin büyük bir çoğunluğunun kulaklarında halen “Hii- Haaa!” ve ardından gelen “Huup” seslerinin çınladığını zannediyorum. Bu unutulmaz seslerin sahibini anmak ve göremeyenlere tanıtmak isterim.
Kafkas dağlarının en yüksek tepesinden adını alan ve bu dağların kuzey yamaçlarındaki ruhu, esen tatlı rüzgârı Anadolu’ya taşıyan kişinin adı ELBURUZ idi.
1926 yılında Viladikafkas’da Suadak köyünde doğdu. Köklü Gayttate yani Gaytgiller ailesindendi. 4-5 yaşlarındayken düğünlerde sergilediği Kafkas oyunlarıyla dikkatleri çekmiş, katıldığı yarışmalarda üç kez birinci olmuş Moskova’da folklor eğitimi almaya hak kazanmıştı. Ailesi razı olmayınca Moskova’ya gidemedi.
Rusya 1941 yılında Alman saldırısına uğrayınca Ruslar 15 yaşındaki Elburuz’u askere almış, kısa bir eğitimden sonra asteğmen rütbesiyle cepheye göndermişler.
Elburuz 1942 yılında kaçarak Alman ordusuna iltihak etti. General Kılıçgirey kumandasında ki Kafkas Tümeninin 1. alayında Ruslara karşı savaşmaya başladı.
Alman Orduları Stalingrat’da yenik düşüp çekilmeğe, Rusya’yı terk etmeğe başlayınca; Elburuz da bağlı bulunduğu alayla birlikte ülkesini terk etmek zorunda kaldı.
Bu kafilede Kislovodski Kafkas Halk Dansları topluluğundan İbrahim Taymaz - Karaçay-Çerkes Halk Dansları Topluluğundan Sefer Demirez,- Kabardin ve Balkar Halk Oyunları Topluluğundan Haşim Sotay ve Muhammed Atalık gibi profesyonel dansçılar vardı. Bunlar gelecekte geçimlerini sağlayabilmek için bir folklor grubu oluşturmaya karar verdiler.
Kafilede dansa yeteneği olan gençleri toplayıp çalıştırmaya başladılar. Elburuz da bu gruba katıldı. Göç devam etmekteydi. Çalışmaları yakından izleyen Alman komutanları bu ekibi 1943 yılında Berline gönderdiler.
Yeni kostümler hazırlandı, Kafkas ve Kazak göçmenlerinin yoğun olduğu İtalya’da profesyonel olarak sahneye çıktılar.
1945 yılında savaş sona erdiğinde Alman Orduları yurtlarına çekilirlerken, topluluk arkalarından gelen İngiliz ordusuna teslim oldu, Ancak Yalta anlaşması gereği ülkelerine iadeleri gerekiyordu; Kafiledekiler Rusya’ya döndükleri takdirde neler olabileceğini çok iyi biliyorlardı. Topluluk elemanları dağlara kaçıp ormanlarda saklandılar.
Bu esnada Kızılhaç, Unra ve İro gibi uluslararası kuruluşlar Amerikan ve İngiliz işgal bölgelerinde kamplar kurmuş, mültecilere yiyecek, giyecek ve barınak vermeye başlamışlardı. Topluluk bu kamplardan birine sığındı. Burada 60 kişilik Kazak korosuyla birleşerek büyük bir kumpanya oluşturdular. Böylece İngiliz ordusunun moral gecelerinin vazgeçilmez unsuru oldular. Avusturya şehirlerine davet edildiler. Ancak! Bu esnada değişik inanç ve kültürlerden gelen insanların bir arada barındığı kamplarda sorunlar baş göstermeğe başladı. Kampların dağıtılmasına karar verildi.
1947 yılında Türkiye dahil, birçok ülke göçmenlere kapılarını açtı. Elburuz ve arkadaşları Türkiye’ye gelmek istediklerini belirttiler. Kazak korosundan ayrılarak Türk kampına yerleştiler. Bu kampta kaldıkları sürece “Boğaziçi Yıldızları Halk Oyunları Topluluğu” adı altında Alman ve Avusturya şehirlerinde gösterilerine devam ettiler. İşlemler nedeniyle kafilenin Türkiye’ye gelmesi 1949 yılı şubatında gerçekleşti.
İstanbul’da ki birkaç gösteriden sonra topluluk çeşitli nedenlerle dağıldı. Kimileri daha önce bahsettiğim göçmen kabul eden Kanada, Amerika gibi ülkelere gittiler. Elburuz ve birkaç arkadaşı İstanbul’da kalarak gösterilerine devam ettiler. Her geçen gün geçim koşulları zorlaşıyordu. Neticede onlar da dağıldılar. Devlet kendilerine Anadolu’nun birçok yerinde iskân imkânı tanımıştı. Herkes bir yerlere gitti. Elburuz da ırkdaşlarının yoğun olduğu Kayseri-Bünyan’ı seçti. Amacı bir çiftlik kurmaktı. Maddi imkânsızlıklar ve yalnız oluşu nedeniyle, hayal ettiği çiftliği kuramadı.
Tahminen 1955 yılında Ankara’ya 100 Km. mesafedeki Hirfanlı Barajını inşa eden İngiliz George Vimpey şirketinde, tercüman baş formen olarak çalışmaya başladı. Yalnızdı! Memleket ve yakınlarına duyduğu özlemini; çalışma saatlerinin dışında şantiyede ki odasına kapanarak, balalaykasının tellerinde dolaşarak gidermeğe çalıyordu.
1959 yılında Amerikan Hava Kuvvetleri, yer tesisleri yapım onarım şirketi, Tampeyn’e geçti. Ve yine baş formen olarak çalışmaya başladı. Böylece Ankaralı olmuş, Kafkaslı hemşerileriyle bir araya gelmişti. Kısa süre sonra 1960 yılında da Aşete ailesinden Fevziye hanımla evlendi.
1961 yılında Kafkaslı hemşerilerimizin gayretiyle Ankara Kuzey Kafkas Kültür Derneği kuruldu. Yönetim kurulu üyelerinin ricası üzerine, Elburuz folklor grubu oluşturmak üzere kolları sıvadı. Kafkas düğünlerinde gördüğü yetenekli gençleri kuracağı gruba davet etmeğe başladı. Bayan eleman bulmakta zorlanıyordu. Kandemir ailesinden Nejmiye ve Zehra kardeşler çalışmalara katılan ilk bayanlar oldular ve çevrelerindeki tanıdık Kafkas kökenli genç kızlarımızı cesaretlendirerek ekibe katılmalarını teşvik ettiler. İlk gösteri imkânsızlıklar içinde Cebeci’de bir düğün salonunda gerçekleşti.
Müzik zayıftı, ancak; seyirciye milli kıyafetimizi giyinmiş gençleri görmek yetmişti, ekip coşkuyla alkışlandı.
Bir sonraki yıl Elburuz gösterisini o günler için daha modern olan Bahçelievler semtindeki Akalın Düğün Salonu’na taşıdı. Programını zenginleştirmek amacıyla Eskişehir Kafkas Halk oyunları ekibini de davet etmişti. Gösteri bir önceki yıla oranla daha iyiydi. Oyunları izleyen Ankara’daki gençler ekip çalışmalarına katılmak için yarışa girmişlerdi, bu gelişme,Elburuz hocaya şevk ve moral verdi.
Daha büyük bir ekip oluşturmayı düşünmeğe başladı. Öncelikle iyi bir müzik grubuna, hiç olmasa akordeonu hakkıyla çalan birine ihtiyacı vardı. Dernek yönetimi Körler Okulu müzik öğretmeni Şahin beyi buldu. Şahin bey Elburuz hocanın mırıldandığı melodileri anında akordeonuyla seslendiriyordu, ancak! gözleri görmediği için oyuncuların hareketlerini izleyemiyor, ya gereğinden hızlı yada yavaş kalıyordu. Bu nedenle hoca; devamlı Şahin beyin sol arkasında ayakta duruyor, sağ eliyle Şahin beyin sol omzunu gaz ve fren pedalı gibi kullanıyordu. Ayrıca oyun içinde melodi değişeceği yerlerde “Hii-ha” diyerek Şahin beyi önceden uyarıyor “Hup” sesiyle de yeni melodiyi başlatıyordu. Hoca daha sonra bu komutların dansçıları da uyardığını sezinledi ve sesini yükseltti. Bu arada gençlerden bazılarına doli tabir edilen, davulu çalmasını öğretti, böylece müzik sorunu hallolmuştu.
Hoca, ekibinden emin olarak büyük kitlelere hitap etmeyi amaçlıyordu. Dernek yönetiminden ekip elemanları için, aslına uygun, değişik renkte ikişer takım elbise diktirmelerini istedi. Yönetimden bazıları gecelerin gelir sağlamadığını ileri sürerek olumsuz cevap vermişler.
Daha sonra yönetime gelen, Rahmetle andığımız Zekiye Kazuk hanımefendi ve kendisine sağlık dilediğimiz Kemal Cankat beyden gördüğü destek ile sorunlarını haletmiş ve ekibi dilediği seviyeye ulaştırmıştır.
Daha önceki gecelerde sahneye sekiz çifti çıkarmakta zorlanan Hocanın ekibi 30 kişiye çıkmıştı. Hoca o yılki gösterisini dönemin en büyük salonu sayılan Selim Sırrı Tarcan spor salonunda gerçekleştirdi. 2500 kişilik salonda 3000’ e yakın seyirci vardı. Hoca kendisine destek olanları utandırmamış, derneğe de oldukça iyi bir gelir sağlamıştı.
Beş bin seyirci kapasiteli Atatürk Spor Salonu açılınca, gecelerini orada düzenlemeye başladı. Salon her defasında kapasitesinin üzerinde doluyor; Hoca ile ekibi dakikalarca ayakta alkışlanıyordu. Bu gösterilerin birçoğunu devlet büyüklerimiz de izlemiş, her defasında piste inip çiçek vererek, Hocanın şahsında ekip elemanlarını kutlamışlardı.
Belleğime kazınmış bu onur verici sahneleri, sizlere görsel olarak aktaramadığım için üzgünüm.
Ankara Kuzey Kafkas Halk Oyunları Topluluğunun ünü, tüm Anadolu’da, hatta yurt dışında duyulmuştu. Birçok şehir ve ülkeden davetler geldi. Topluluğu oluşturan gençler genelde üniversite öğrencileri oldukları için, uzun seyahatlere ayıracak zamanları yoktu, bu nedenle ulaşımı kolay, kısa mesafeli yerlere gidildi. Ürdün Sarayından gelen daveti çeviremezlerdi, dolayısıyla Suriye’ye ve Ürdün’e de gittiler.
Bence davetler arasında en ilginci ve onur vericisi, TBMM.’nden, dönemin senato başkanı sayın Tekin Arıburun’dan geleni idi. Topluluk Türkiye’nin seçkin insanları önünde folklorumuzun en güzel örneklerini başarıyla sergiledi, takdir topladı. Nitekim daha sonraki yıllarda da Meclis’e davet edildiler. Bu olay Anadolu’da yöresel folklor çalışmalarının titizlikle ele alınmasına, ivme kazanmasına neden oldu. örnek oldu.
Giderek artan bu gösteriler sayesinde biz Kafkaslılar benliğimizi yeniden kazandık. Ne denli cesur ve medeni bir toplumun torunları olduğumuzu gördük. Ninelerimizden duyduğumuz tekdüze aşınmış melodilerimizi orijinal haliyle dinleyince, kulaklarımızın pası açıldı, müziğimizin ne kadar güzel ve çok sesli olduğunu duyduk. Atalarımızın giyindikleri elbiseleri deforme edilmemiş haliyle görüp hayran kaldık. Bir elbisenin insanoğluna bu denli yakıştığına ilk kez şahit olduk. Gençlerimizin yorumladığı dansları seyrederek vücut dilini, centilmenliği, bayana ve büyüğe karşı saygıyı, mağrur olmayı öğrendik. Biz seyirciler tribünlerde oturanları gözle tarayarak tanıdık simalar aradık, yıllarca görüşemediğimiz akraba ve arkadaşlarımızla karşılaştık. Kısa da olsa hal, hatır sorduk, uzaktan da olsa el salladık, selamlaştık. Aynı heyecanı paylaşan yeni dostlar edindik. Şahin beyin seslendirdiği melodileri duyduğumuzda farkına varmadan yüksek sesle eşlik ettik, Ritim duygumuz gelişti, dans edenlere el çırparak tempo tuttuk. Özet olarak Yahya Kemâl’in Mohaç Türküsünden esinlenerek “Biz o gecelerde çocuklar gibi şendik”
Bu topluluğun büyük salonlardaki gösterileri Ankara Kuzey Kafkas Kültür derneğinin üye sayısının artmasına, maddi bakımdan güçlenmesine neden oldu.Sanatçılar özel hayatlarından ziyade eserleriyle, yetiştirdikleri sanatçılarla anılırlar.
Özellikle 1966 yılı ve sonrasında ekipte dans eden gençler günümüzün deyimiyle birer popstar olmuşlardı. Sokağa çıktıklarında en azından Kafkas kökenli herkes kendilerini ismen tanıyor; gıpta ederek bakıyorlardı. Parantez içinde şunu söyleyeyim: aynı dönemde İstanbul Kafkas ekibinde dans etmeme rağmen! kendilerine imreniyor, aralarında yer alamadığım için üzülüyordum.
Hoca yıllara yayılı olarak yüzlerce folklor ustası yetiştirdi. Birçok gencimiz akordeon çalmasını öğrenerek melodilerimizi seslendirmeğe başladı. Okudukları okullardan mezun olup Ankara’dan ayrılan ustalardan bazıları, Elburuz’dan aldıkları feyz ile gittikleri yerlerde çevrelerindeki gençleri toplayarak, öğrendiklerini deforme etmeden onlara aktardılar ve birçok yerde Kafkas Halk Oyunları toplulukları oluştu.
Bu ustalardan Ankara’da kalanlar ise hocalarından kopmadı, ona asistanlık yaptılar ve uzun yıllar topluluğun omurgasını oluşturdular.
Hatırlayamadıklarımdan özür dileyerek bunlardan aklımda kalanları alfabetik sırayla anımsatayım. Erkeklerden Bislan Hurmi – Burhan Batur– Cankat Devrim – Cihan Candemir – Ersin Aşan – Ersin Nalbantoğlu –Daryal Çeviker- Hacımurat Dağıstanlı – Necdet Canpolat – Necip Ünyay –Nihat Kayadoğan ve Tak Tak Remzi.
Bayanlardan Nilüfer – Nihal – Meral – Mualla – Selimat – Selma ve daha niceleri. Bu as oyuncuların katılımıyla topluluk altın çağını yaşamaya başladı.. Kafkasya’daki profesyonel topluluklarla yarışacak güçteydi.
Nitekim 1966 yılında Gürcistan Devlet Halk dansları Topluluğunu, 1968 yılında da Dağıstan Devlet Halk Dansları Topluluğunu Türkiye’de izleme imkânı bulduk, Elburuz’un amatör ekibi onlardan hiçbir konuda geri değildi.
Bu başarının sırrı ne idi? Elbetteki Kafkasya sevgisi. Bu sadece toprağına olarak algılanmasın. Havasına, suyuna, insanına, kıyafetine, müziğine, geleneklerine, kültürüne, aklınıza gelebilen her şeyine.
Sevgi gerekli ama yeterli değildi, korunması da gerekiyordu. Hemen herkes çiçekleri sever. Kimimiz onların etrafındaki yabani otları temizler, su verir yaşatır; kimimiz de koparıp koklarız, yani yok ederiz. Elburuz koruyor, yaşatıyordu.
Delikanlılık çağını, yani her türlü çılgınlığa açık olduğu dönemini aile denetiminden uzakta geçiren, Viyana ve benzeri şehirlerin en görkemli salonlarında düzenlenen partilere katılan, tango, vals ve benzeri danslardaki maharetiyle takdir toplayan Elburuz ; evinde, çalışmalarda, hemen her yerde, eşi Fevziye hanımla birlikte örf ve geleneklerine bağlı olarak yaşıyor, öğrencilerine örnek olmaya çalışıyordu. Günlük yaşantısında çok şık giyinir, olanakları oranında modaya uyardı. Buna karşın Kafkas oyunları, müziği ve elbisesinde reformu aklından geçirmez mümkünse aslına uygun olarak restore etmeye çalışırdı. Onları kutsal emanetler olarak bilirdi. Öğrencilerine de aynı şekilde empoze etmeye çalıştı; öğrencileri de her zaman seyircinin karşısına giyindikleri kutsal emanetlere layık olmaya çalışarak çıktılar ve takdir topladılar.
Başarının ikinci sırrı ise amatör ruh. Hocasından gencine kadar hiç kimsenin beş kuruş menfaati söz konusu değildi. Üstelik herkes birtakım fedakârlıklarda bulunuyordu. Sözgelimi Hoca futbol meraklısı ve fanatik GS. taraftarıydı; çalışmaları aksatmamak için birçok maça gidemedi, gitmedi. Gençler için de benzeri şeyler olmuştur.
Hoca çalışmalara katılan gençlerin hiçbirini, kendi çocukları Saadet, Canset veya Demet’den farklı görmez, gerektiğinde en sert dille ikaz eder, bir süre sonra da gönüllerini almayı ihmâl etmezdi. Evinin kapısını günün her saatinde onlara açık tutardı. Aynı heyecanı duyan, hisseden eşi Fevziye hanım da kendi öz çocukları gibi sevdiği bu gençlere ana sevgisiyle hizmet vermekten zevk duyardı. Dolayısıyla hemen her gün en azından üç, beş öğrencisi ziyaretine gelirdi. Topluluğu kendi çocuklarıyla birlikte büyüttü diyebilirim.
17 yıllık bir sürede yüzlerce talebe yetiştirmiş binlerce kişiye Kafkaslılık gururunu ve heyecanını yaşatmış olan değerli hocamız böbreğindeki taşı aldırmak için yürüyerek gittiği hastanede, yanlış uygulama sonucu 28 yıl önce, 2/Eylül/1977 tarihinde, 51 yaşında yaşamını yitirdi, aramızdan ayrıldı.
Camia olarak çok üzüldük. Biraz önce bahsettiğim Kafkaslılık ruhuyla yoğurduğu, yetiştirdiği gençler ant içmişçesine onun izinde giderek, yokluğunu his ettirmemeye çalıştılar. Hiçbir zaman Kuzey Kafkas Kültür Derneğinden uzaklaşmadı, birbirilerinden kopmadılar. Elburuz Hocanın talebeleri yüzlerce kardeşten oluşan “Dostluk Klubü” ve “KAFİAD” (Yani Kafkaslı iş adamları topluluğu) çatıları altında bir arada yaşamakta, maddi, manevi yönlerden yardımlaşmakta, camiaya yararlı işler yapmaya çalışmaktadırlar. Bislan, Cankat ve Hacıımurat kardeşlerimiz Hocanın aramızdan ayrılışından günümüze kadar geçen 28 yıl boyunca Anakara’da hatta Ürdün ve Amerika’da yüzlerce folklorcu ve folklor ustası yetiştirerek bayrak yarışını devam ettirmektedirler.
Uzun süre önce folkloru bırakanlar bile, 25 yıl sonra eski günleri yeniden yaşatmak ve yaşamak, bir arada olmak amacıyla Cankat Devrim önderliğinde bir araya gelip topluluk oluşturdular. Sağ olsunlar, eski bir folklorcu ve ağabey olarak, beni de aralarına almayı ihmâl etmediler. 66 yaşımda onlara adım uydurmaya çalışırken keyif alıyor, aralarında yer almaktan büyük gurur duyuyordum. Seyredenler bu topluluğumuza “İkinci Bahar “ adını yakıştırdılar. Her çalışmada bir vesile ile Rahmetli Hocayı muhakkak anıyorduk.
Anlatmaya çalıştığım bu güzellikleri önce Elburuz Hocaya, sonra da onun vefakâr öğrencilerine borçluyuz.
Asırlardan beri Kafkasyalıyı yeryüzünde simgeleyen kıyafeti, dansları ve müziğidir. Bunları iyi korumalıyız.
Kafkas kavimlerinde dil birliği olmadığını hepimiz biliyoruz. Tek eksiğimiz bu olsun. Buna karşın folklor birliğimiz vardır. Yani geleneklerimiz, adetlerimiz, inançlarımız, efsanelerimiz, danslarımız, müziğimiz, türkülerimizin motifleri, edebiyatımız, kıyafetimiz aynıdır; Her bakımdan örtüşürler. Hasılı kültür birliğimiz vardır. Elburuz Hoca bizi bu değerler sayesinde bir araya getirdi, bu değerleri korumak, Kafkas birliğini sağlamak, sağlamlaştırmak, bölücülere birlikte karşı çıkmak hepimizin görevidir. Bizlerden sonraki nesillerin de bunu böyle bilip deforme etmeyeceklerinden, koruyacaklarından eminim.
Sevgili ağabeyim, değerli hocamız, aramızdan ayrılalı 31 yıl oldu ama yokluğuna alışamadık. Eserlerinle teselli buluyoruz. Öğrencilerin senden devraldıkları kutsal değerleri, Kafkaslılığa yakışır şekilde titizlikle koruyarak, kendilerinden sonraki Elburuz’lara taşımaktadırlar.
Huzur içinde, rahat uyu.
Saygılarımla
Aytek KUBAT